“Kanun” isminin yunanca kökenli, “kanun, kaide, kural” anlamına gelen “kanon” kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Kurt&Ursula Reinhard ‘a (1968) göre İslâmın ilk devirlerinde Kanun, sesler sistemini göstermek için pedagojik bir amaçla kullanılmıştır.
Kanunun aslen bir Türk olan, zamanın büyük filozofu ve müzik bilgini olarak tanınan Farâbî (870-950) tarafından icâd edildiği rivayet edilmektedir. Antik çağda Mısır ve Sümerliler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka eski bir Arap rivayetine göre kanun; 13. Asırda İbn-i Hallegan’ın icâd ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup Musul’da doğduğu söylenmektedir. Ancak Hallegan’ın kendi eserinde kanunu, yine Farâbî’nin buluşu olduğunu ifade ettiği de bilinmektedir.
Jules Ruanet; Lavignac’ın Encyclopedi de la Musique adlı eserinde kanunun Arap çalgısı olduğunu ileri sürmektedir. Aynı eserde Türk Mûsikîsi bölümünü yazan Rauf Yekta Bey, kanun sazını tanıtırken bu sazı Farabî’nin icad ettiğini belirtmekte ve 24 veya 25 perdeli olduğunu yazmaktadır. Corci Zeydan, Medeniyet-i İslamiye Tarihi adlı eserinde; Araplar tarafından icâd edilmiş olan kanun sazını ilk düzenleyen ve geliştiren kişinin Farâbî olduğunu söylemektedir.
Bir efsaneye göre de; bir ağacın üstünde ölen kuşun, ağacın dallarından aşağı sarkan kurumuş bağırsaklarının rüzgârın etkisiyle çıkardığı seslerden esinlenerek Kanun’un bulunduğu söylenmektedir.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde Kanun’un meşhur üstatlardan Ali Şah tarafından icâd edildiğini ve Revanlı Mirza Haydar Bey ile Cağalazâde Mustafa Bey’in Kanun hakkında bilgi sahibi olduklarını yazmaktadır.
Clement Huart, Kanun’u Avusturyalıların Zither ve Macarların Simbalumundan daha küçük ve yatırılmış bir Harp olarak tanımlar.
Pek çok kaynakta, Türk Mûsikîsinin en önemli bilginlerinden olan Safiyüddîn bin Abdülmümin’in icâd ettiği söylenen Çeng ve Mungi adlı çalgıların da zamanla kanun çalgısı haline geldiği söylenmektedir. Yine kaynaklara göre; Çeng’in Kanun ile birlikte bulunduğu ve geliştiği kabul edilen bilgiler arasındadır.
Abdülkadir Meragi (1360-1435) ise,bu çalgının bulucusu olarak Eflatun’u gösterirse de bu konuda fazla bir bilgi vermemektedir. İslâm Mûsikî Tarihi isimli eserinde, döneminde kullanılan çalgıların teknik özelliklerini en düzgün biçimde açıklayan kişidir. Çalgıları bilimsel bir tasnife tabi tutmuş, yapım şekillerini, teknik özelliklerine ve bazen de akordlarına kadar anlatmıştır. Kanun sazı ise şu şekilde anlatılımştır; “ Teknesi ve göğsü üçgendir, sapı yoktur. Telleri pirinçtir ve üçer üçer akord edilir. Yani her üç tel aynı sese çekilir. Bir oktava sekiz mülayim ses gelecek şekilde düzenlenir”.
15. asırda yaşamış olan Türk bilgini Ahmetoğlu Şükrullah’ın Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in şehzâdelerinden İsâ Çelebi’ye ithaf ettiği kitabında eski Türklerin “çalav” ismini verdikleri çalgıları hakkında geniş bilgi vardır. Ahmetoğlu Şükrullah bu kitabında yapılış ve çalınış tarzları ile birlikte bu çalgıları “kâmil (tamam) çalgılar” ve “eksik çalgılar” diye iki grupta incelemiştir. Eksik çalgılardan olduğunu bildirdiği Kanun hakkındaki bilgiye göre; o zamanki Kanun’un şekli ve ölçüleri ile kiriş (tel) düzeni bakımından bugünkü Kanun’dan çok da farklı olmadığı anlaşılmış, ayrıca Kanun’da deri kısmından da bahsedilmediği için bu kısmın Kanun çalgısına sonradan ilave edildiği düşünülmüştür.
Kanun, hem mandalsız hem de mandallı olarak icra edilmiştir. Mandal tertibatının bulunuşuna kadar, güç olan şekliyle yani sol elin başparmağının tırnağı ile tellerin çeşitli yerlerine bastırıp perdeleri bulmak sureti ile çalınmıştır. Rauf Yektâ’nın 1913 yılında yayınlanan eserinin Kanun’u anlatan bir bölümünde; Evvelce bu çalgıyı icrâ edenlerin, ses perdesini az çok yükseltmek istedikleri telin üzerine bir parmak darbesinden başka başvuracakları bir çare olmadığı, hem de az muvaffak olunan bu ameliyenin güçlüğüne çare bulmak üzere, her telin altına iki veya üç madeni parça (mandal) konulması düşünüldüğü, böylece kolayca kaldırılıp indirilen bu mandallarla istenilen sesin tizliği veya pestliğinin elde edilebileceğini ifade ederek Kanun’un mandalsız çalım güçlüğüne işaret etmiştir. Mahmut Râgıp Gazimihal de mandal tertibatı hakkında şöyle söylemiştir; “ Asrın başlarında yarım perdeler için mandal sistemi yine İstanbul’da tatbik edilmiştir”.
Ali Rıfat Bey, Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserinde kanunun bir sesindeki her üç telinin aynı sese akordlu, 25 perdeden ibaret olduğunu, 19. yüzyıla gelinceye kadar modülasyon gerektiğinde sol elin baş parmağının istenilen telin üzerine basılarak, telin boyunun ayarlandığını ve daha sonra mandal sisteminin icat edilip geliştirildiğini belirtmiştir. Ali Rıfat Bey ve Rauf Yekta’nın kaynaklarından kanunun 18. yüzyılın sonlarına kadar mandalsız olarak kullanıldığı 19. yüzyıldan sonra mandal icadıyla birlikte kanunun yine evrimleşerek mandallı olarak kullanılıp günümüze kadar geldiği anlaşılmaktadır. Kanuni Hacı rif Bey (1862-1911) Kanun’un mandalsız olarak çalındığı devrin en büyük Kanun virtiözü olarak bilinmektedir.
Kanun, eğik kenarı uzun bir yamuk şeklindedir. Bu şekilde yapılmasının amacı, tellerin boyunun ayarlanmasındandır. Akort yapmaya yarayan burguların konulduğu bu sol tarafa daha sonra mandallar eklenmiştir. Günümüzde her üç tel için 6 ile 12 adet mandal görülebilmektedir. Teller göğüs üzerine birbirine paralel olarak üçer üçer gerilmiştir. Boyu 95-100 cm., 38-40 cm., ve kalınlığı 4-6 cm. arasında, sağ tarafı iki dik açılı bir yamuk şeklindedir. Yapımında genellikle köknar ve ya ladin, göğüs tahtası olarak çınar, ıhlamur, gürgen ve kayın ağaçları kullanılır. Sağ tarafta teller eşik denilen bir köprü üzerinden geçer ve bu köprünün altında rezonansı sağlayan deri bulunur. Bu derilerde oğlak veya balık derisi kullanılır. Kanunda her biri üç telden meydana gelen 24 perde vardır, ayrıca isteğe bağlı olarak 26-27 perdeli Kanunlar da yapılmaktadır.
Yaklaşık 3.5 oktavlık geniş ses alanı ve çeşitli çalgılar arasında kendine özgü gösterişli ve ahenkli sesiyle yer eden, her türlü duyguyu zengin bir şekilde ifade etmeye uygun olan Kanun, bütün parmakları kullanarak çok sesli çalışmalara da uygun bir çalgı olarak Türk Mûsikîsinin Piyanosu olarak adlandırılmaktadır.
Amaçları arasında; öğrencilerine dünya standartlarında mesleki bilgi, beceri ve donanım kazandırmak olan Üniversitemizin İcra Sanatları Fakültesi Çalgı Eğitimi Bölümünde Kanun dersleri birebir eğitimci ve öğrenci katılımıyla bireysel olarak yapılmaktadır. Önceden belirlenmiş derece sisteminin içerisinde öğrencinin bilgi ve becerisi doğrultusunda seviyesine uygun müfredat belirlenerek öğretim elemanı tarafından eğitime başlanır. Geleneksel Türk Müziği alanı içerisinde çağdaş eğitim-öğretim için gerekli tüm yöntem ve olanakları kullanıma sunmak, bunlar için her türlü materyali hazırlamak başlıca amaçtır. Sonrasında başlangıç seviyesinden ileri icra seviyesi, hatta ustalık düzeyine kadar olan süreçte, öğrenciye Kanun çalgısı üzerinde çalgı hâkimiyeti, teknik beceri, perde hâkimiyeti, repertuar, üslûp-tavır kazandırmak amaçlanmaktadır. Çok sesli çalışmalara uygun olarak Türk Müziği’nin piyanosu olarak adlandırılan Kanun, hem geleneğe bağlı kalarak hem de modern dünyanın getirdiği yenilikleri icraya katarak ulusal ve uluslararası düzeyde kullanıma açık bir çalgıdır. Bu yolda donanımlı Kanun icracıları yetiştirmek fakültemizin ve bölümümüzün hedefleri arasındadır.